Ilgaz Dağı Doğal Mı?
Bir zamanlar, Ilgaz Dağı’nın eteklerinde küçük bir köyde yaşlı bir çift, hayatlarını birbirlerine adayan bir aşkı ve doğanın huzurunu paylaşıyorlardı. Erdal ve Selma, köyde herkesin bildiği, sabahları güneş doğmadan önce yola çıkıp dağda yürüyüş yapan, akşamları ise birbirlerine gülerek, doğanın mucizelerinden bahseden bir çiftti. Her gün, Ilgaz Dağı’nın eteklerinde gezip, bu devasa dağın gizemlerini keşfetmeye çalışırlardı. Dağın, yalnızca güzelliğini değil, aynı zamanda insan ruhuna dokunan derinliğini de hissederlerdi.
Bir sabah, Erdal’ın gözleri derin bir düşünceyle Selma’ya döndü. “Biliyor musun,” dedi, “Ilgaz Dağı’na her baktığımda, bu dağ gerçekten doğal mı diye merak ediyorum. Burada yaşayan tek bir insanın bile olmayan bir düzeni var. Gelişen yollar, yapılar… Bu dağ, hala doğal mı, yoksa modern yaşamın izleriyle kirlenmiş mi?”
Selma gülümsedi, gözlerinde derin bir huzur vardı. “Bazen,” dedi, “doğa, içinde insan eli değmese de derin izler bırakabilir. Ama asıl soruyu sormamız gereken yer, doğanın ne kadar bizden etkilendiği değil, bizlerin ne kadar ona zarar verdiği olmalı.”
Erdal, Selma’nın sözlerine kulak verirken, dağın doruklarında rüzgarın nasıl sert esmeye başladığını fark etti. Yavaşça yürümeye başladılar, adımlarını doğanın ritmine bırakmışlardı. Selma, her adımda dağın içindeki eski ormanlara, kayaların arasına saklanmış yosunlara bakarak, doğal olanın, insanın dokunduğu her yeri nasıl sahiplenebileceğini hissetti. Ama Erdal, gözleriyle dağdaki yolları, köydeki yeni yapılaşmaları takip ederek başka bir şey düşünüyordu. O, her zaman çözüm odaklıydı ve Ilgaz’ın bu kadar büyülenmiş haliyle bile, bu doğal güzelliğin korunması için daha fazla şey yapılması gerektiğini hissediyordu.
Doğal Olmak Ne Demek?
Erdal, Selma’nın yanında yürürken düşünceleri biraz daha derinleşti. Modern yaşam, sürekli değişen ve gelişen bir dünya sunuyordu. Fakat Ilgaz Dağı, köylerinden, kasabalarından uzak, yerinde sabırla bekleyen bir manzara gibiydi. “Ama bizler,” diye düşündü, “bu yeri betonlaşmaya, ticarileştirmeye zorluyoruz. İnsan yapısı, zamanla burayı doğal olmaktan çıkarabilir. O yüzden bu yerin hala gerçek anlamda doğal olup olmadığını sorgulamalıyız.”
Selma’nın sözleri ise her zaman daha duygusal ve empatikti. “Belki de doğa, bizim ona yaptığımızı unutmaz,” dedi, “ama o yine de varlığını sürdürür. Biz insanlar, ne kadar müdahale edersek edelim, doğa bir şekilde yolunu bulur. Zaman, aslında ona ne kadar müdahale ettiğimizin de bir ölçüsüdür. Ilgaz Dağı gibi bir yerin, bizim müdahalemize rağmen hala ayakta kalabiliyor olması, aslında kendi doğallığını kaybetmemiş olduğunu gösteriyor olabilir mi?”
Erkeklerin Çözüm Odaklı Bakışı: Sorunun Farkında Olmak
Erdal, her zamanki gibi çözüm odaklıydı. “Bence,” dedi, “bu dağ hala doğal olabilir, ama ona karşı daha dikkatli olmalıyız. İnsanlar her geçen gün doğaya daha fazla zarar veriyorlar. Bir çözüm bulmalıyız. Belki yerel yönetimlere, köylülerimize daha fazla sorumluluk düşüyor. Eğer biz insanlar bu doğanın kıymetini anlayıp, koruma altına almazsak, bir gün burada sadece yapay yapılar ve kirli yollar kalacak.”
Selma, Erdal’ın endişesini anlıyordu. Ancak, ona göre doğa ile olan ilişki sadece korunması gereken bir şeyden ibaret değildi; aynı zamanda bağ kurulması, saygı duyulması gereken bir varlıktı. “Erdal, belki de bizlere en büyük sorumluluğu doğa değil, kendimiz veriyor,” dedi. “Eğer biz doğayla uyum içinde yaşarsak, o da bizi bozmadan, doğal kalabilir. Kendi ruhumuzu kaybetmeden, doğayla barış içinde var olmak, aslında doğayı korumanın en iyi yoludur.”
Kadınların Empatik Bakışı: İlişkisel Yön
Selma’nın bakış açısı daha çok ilişkisel bir anlayışa dayanıyordu. Dağın içinde kaybolan eski ağaçların, toprağın, vadilerin her birinin bir hikâyesi vardı. “Bunları gördükçe,” dedi, “gördüğümüz her şeyin bir duygusu olduğunu hissediyorum. Doğa, sadece toprak değil, bizi de içinde barındıran bir ruh. Ona zarar vermek, sadece onu değil, kendimizi de kaybetmek demek.”
Erdal, Selma’nın bu sözlerine derin bir sessizlikle karşılık verdi. Doğanın kalbindeki sessizlik, ikisinin arasında derin bir bağ kurmuştu. Ilgaz Dağı, hala orada duruyor, rüzgarı ve karlarıyla insanlara huzur veriyordu. Ama gerçek soru, insanlığın bu huzuru ne kadar sürdürebileceği, ne kadar anlayabileceği ve doğayla barış içinde var olup olamayacağıydı.
Sonuç ve Sorular
Ilgaz Dağı, gerçekten doğal mı? Belki de sorulması gereken ilk soru bu değil. Belki de asıl sorulması gereken soru, bizlerin doğayla ilişkisini nasıl kurduğumuz ve ona ne kadar saygı gösterdiğimizdir. Bu dağ, hala doğallığını koruyor olabilir, ama biz ona nasıl yaklaşırız, bu da tamamen bizim tutumumuza bağlı.
Sizce, Ilgaz Dağı gibi doğal bir alan, modern yaşamın etkilerine karşı ne kadar dayanabilir? Biz, doğayla daha uyumlu bir şekilde yaşamak için neler yapmalıyız?