Kültürlerin Aynasında Bir Kavram: Kitapsız Kime Denir?
Bir antropolog olarak insanın çeşitliliğine, kültürlerin renkli dokusuna ve dillerin sembolik gücüne hayranım. Her toplum, kendi gerçekliğini anlatmak için kelimelere sığınır; her kelime, o toplumun tarihinden bir iz taşır. “Kitapsız” kelimesi de bunlardan biridir. Türkçede çoğu zaman bir hakaret ya da dışlama ifadesi olarak kullanılır, ancak antropolojik açıdan bakıldığında bu kelime, toplumun inanç, ahlak ve bilgi sistemlerini nasıl kurduğunu anlamamız için güçlü bir semboldür.
“Kitapsız”ın Anlam Katmanları: Sadece Dinsiz mi?
Günlük dilde kitapsız, genellikle “dini inancı olmayan” ya da “ahlaki değerlere sahip olmayan” kişi anlamında kullanılır. Fakat antropolojik olarak bu tanım, yalnızca bir inançsızlık göstergesi değildir; aynı zamanda bir toplum dışına itme mekanizmasıdır. “Kitaplı” olanlar, yani kutsal metinlerle bağlantılı olanlar, bir düzenin, bir sembolik sistemin içindedir. “Kitapsız” ise bu sistemin dışında kalan, normların ötesinde bir varlıktır.
Bu yönüyle “kitapsız” kelimesi, toplumun kendini nasıl tanımladığının bir yansımasıdır. Çünkü kim “bizden” sayılıyorsa, o zaman kim “onlardan” olur? Kültürel kimlikler, genellikle dışlama üzerinden güç kazanır. “Kitapsız” demek, bir anlamda “bizim kutsalımıza ait olmayan” demektir.
Ritüeller ve Kutsal Metinlerin Gücü
Antropolojiye göre her toplum, kutsalı düzenleyen sembolik sistemler kurar. Kutsal metinler —ister Tevrat, ister Kur’an, ister Vedalar olsun— yalnızca dini rehberler değildir; aynı zamanda sosyal düzenin temelleridir. Bu metinler, ritüelleri, toplumsal rollerin sınırlarını ve davranış kurallarını belirler.
“Kitapsız” tanımı da bu bağlamda şekillenir: Ritüellere uymayan, kutsalı tanımayan ya da onu farklı yorumlayan bireyler, çoğu zaman toplumun normlarının dışında kalır. Bu durum sadece İslam kültürüne özgü değildir. Antik Yunan’da da “nomos” (yasa) dışına çıkanlara “anarhos” denirdi. Orta Çağ Avrupa’sında kilise düzenini reddedenler “sapık” veya “heretik” olarak damgalanırdı. Dolayısıyla “kitapsızlık”, evrensel bir toplumsal mekanizmanın yerel bir ifadesidir: kutsal metinle uyumlu olmayanın ötekileştirilmesi.
Semboller ve Dilin Sosyal İşlevi
Bir kelime, sadece anlam taşımaz; aynı zamanda güç taşır. “Kitapsız” kelimesi, bir inanç eleştirisinden çok daha fazlasıdır — o, toplumun sembolik sınırlarını koruma aracıdır. Sözlü kültürlerde, dilin bu sınır koyucu işlevi özellikle güçlüdür. Birine “kitapsız” demek, onu yalnızca inançsız değil, aynı zamanda güvenilmez, sadakatsiz, hatta toplumsal düzeni tehdit eden biri olarak işaretler.
Bu sembolik dışlama, topluluk kimliğinin sürdürülmesinde işlevseldir. Çünkü toplum, bir “biz” yaratabilmek için mutlaka bir “onlar” tanımına ihtiyaç duyar. Bu, Emile Durkheim’ın toplumsal dayanışma teorisinde de görülen bir ilkedir: kutsal ile dünyevi arasındaki ayrım, toplumsal birliğin temelidir.
Topluluk Yapıları ve “Kitapsız”ın Sosyal Rolü
Antropolojik açıdan “kitapsız” birey, toplumun sınırlarında yaşar. Bu sınırlar her kültürde farklı biçimde çizilir: kiminde din, kiminde soy, kiminde ahlak, kiminde bilgi belirleyicidir. Ancak ortak bir nokta vardır: kitapsızlık, kolektif kimliğin karşıt yüzüdür.
Örneğin Anadolu’da “kitapsız” ifadesi bazen bir hakaret, bazen bir mizah biçimi olarak kullanılır. Ancak bu kelimenin işlevi değişmez: toplumsal normlara bağlılığı hatırlatmak. Kutsal metne, yasaya, ya da ahlaki koda “sadık olmayı” teşvik eder. Böylece kelime, bir sosyal kontrol mekanizması olarak işler.
Kimlik, İnanç ve Modern Dünyada “Kitapsızlık”
Modern toplumlarda “kitapsız” kavramı dönüşmektedir. Artık sadece dini anlamda değil, bilgiye, eğitime, kültüre uzak kişi anlamında da kullanılmaktadır. “Kitapsız” olmak, bazen cehaleti, bazen bilgisizliği temsil eder. Bu da modern dünyanın yeni kutsal kitabının —yani bilimin ve aklın— ortaya çıktığını gösterir.
Bugün birine “kitapsız” demek, artık sadece dini değil, entelektüel bir eleştiridir. Bu durum, modern toplumların yeni inanç sistemleri kurduğunu, bilginin ve kültürün kutsallaştığını gösterir. Dolayısıyla “kitapsız” kavramı, hem geçmişin dinsel düzenini hem de bugünün kültürel hiyerarşilerini anlamamız için bir anahtardır.
Farklı Kültürlerde “Kitapsızlığın” İzleri
Bir antropolog olarak şunu gözlemliyorum: Her toplumda bir “kitapsız” vardır. Kimisi inanca, kimisi geleneğe, kimisi bilgiye ait olmayanı bu şekilde tanımlar. Bu dışlama, korkudan çok düzen arayışının bir ürünüdür. Çünkü insan toplulukları, kaosu anlamlandırmak için sınır çizerler; o sınırın ötesindekine ise “kitapsız” derler.
Kitapsız kime denir? Sadece inançsıza değil; topluluğun kutsal saydığı değerlere uymayana. Ve belki de bu yüzden, “kitapsız” olmak bazen bir suçlama, bazen de özgürleşmenin simgesidir. Çünkü her kültürde, kutsalın dışında kalanlar da kendi hikâyelerini yazar — kendi “kitaplarını” olmadan da insan kalabilenlerin hikâyelerini.
Bu yazı, okuyucuları farklı kültürel deneyimlerle bağlantı kurmaya davet eder: Sizce, sizin toplumunuzda “kitapsız” kime denir? Ve en önemlisi, kim bu kitabı yazıyor?